Meriç Nehri ile Türkiye’den ayrılan Batı Trakya, bugün Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Bölgede 150 bin civarında Müslüman Türk yaşamaktadır. Bölge, İstanbul’dan daha önce fethedilmiş ve 550 yıl boyunca Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Balkan Savaşları sonrasında önce Bulgaristan’a, ardından Lozan Anlaşması ile Yunanistan’a bırakılan Batı Trakya’nın yerleşik halkı azınlık olarak tanımlanmıştır. Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türkler, Yunanistan’da azınlık statüsüne sahip tek gruptur. Bunun yanında, AB üyeliğine sahip tek Balkan ülkesindeki azınlığın durumu, diğer Balkan Türklerinden bazı farklılıklar göstermektedir.
Batı Trakya’da yaşayan Türklerin hukuki statüsü milletlerarası anlaşmalarla tespit edilmiş ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması ile son şeklini almıştır. Yunanistan Batı Trakya ile ilgili olarak sadece Lozan Anlaşması’nı tanıdığını açıklamakla birlikte, Lozan Anlaşması’nı uygulamaktan kaçınmaktadır. Başta Lozan Anlaşması ve 1952 Türkiye-Yunanistan Kültür Anlaşması ile 1968’de iki taraf arasında imzalanan Eğitim Protokolleri, Türkiye’nin Batı Trakya Türklerinin statüsü ve mevcut durumu konusunda ne kadar etkin olduğunu ve dahi olabileceğini göstermektedir. Ancak Türkiye tarihî süreç içerisinde, güvenlik endişesi ve Kıbrıs’taki olaylar sonucunda ikili ilişkilerin bozulması nedeniyle bu konumunu iyi değerlendirememiştir.
Lozan Anlaşması’nda “karşılıklılık” ilkesinin vurgulanmış olmasına rağmen bugün Türkiye’de yaşayan Rumların durumunun, Batı Trakya’da yaşayan Türklerden iyi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın normal nüfus artışıyla bugün 600 bin olması gerekirken, bu sayının 150 binlerde kalması, Yunan yönetiminin Batı Trakya’da yaşayan Türklere yönelik nasıl bir politika izlediğinin ipuçlarını vermektedir.
Yukarıda sözü edilen olumsuzluklarla birlikte, 1990’lı yıllarda Batı Trakyalı Türklerin statüsü ve yaşam standartları konusunda olumlu gelişmeler kaydedilmeye başlanmıştır. Mayıs 1990’dan bu yana Human Rights Watch, Batı Trakya’da yaşayan Türklerin durumunu yakından takip etmektedir. Bu da Yunan yönetimini Türk azınlık konusunda olumlu adımlar atmaya zorlamıştır. Human Rights Watch’un 1990’da yayımladığı rapora göre artık Türkler de menkul ve gayrimenkul alıp satabilmekte, ev ve camilerini tamir edebilmekte, kahvehane açabilmekte, bazı ruhsatları eskiye oranla daha kolay elde edebilmektedirler.
Bağımsız listelerle seçime girmek suretiyle, 1980’li yıllarda Türklerin siyasi arenada kendilerini temsil etme fırsatı bulması yaşam koşullarının iyileşmesinde önemli rol oynamıştır. Batı Trakya’da yaşayan Türklerin ilk siyasi partisi olan Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi’nin kurulması bu yolda atılan önemli bir adımdır. Vatandaşlık ve azınlık haklarının korunması konusunda Yunanistan dışında bulunan Batı Trakya kuruluşları ile işbirliği yapılması ve sorunun uluslararası arenaya taşınması ve bu bağlamda Batı Trakyalı Türklerin haklarını savunan Sadık Ahmet gibi bir liderin varlığı kısa sürede önemli mesafe kat edilmesini sağlamıştır.
Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlıktan alınan bilgilere göre ise bazı problemler çözüme kavuşturulmakla beraber asli problemler devam etmektedir. Bu problemlerin başında ise eğitim ve toprakların kamulaştırılması sorunu gelmektedir. Halen Batı Trakya’da Türklere ait kurumlar ve okullar “Türk” ismini kullanamamaktadırlar. Türkiye’den giden bazı Türkçe gazete, dergi ve kitapların Batı Trakya’ya girişi engellenmektedir. İstihdam konusunda da Türkler ayrımcı politikaya maruz bırakılmaktadırlar, bu da onların daha kötü şartlarda yaşamlarını devam ettirmelerini zorunlu kılmaktadır.
Batı Trakya Türkleri geleceğe dair attıkları her adımda Türkiye’nin desteğine muhtaçtırlar ve Türkiye’nin desteğini beklemektedirler. Türkiye’nin Batı Trakya’daki gelişmeleri yakından takip ederek izleyeceği istikrarlı bir politika, Batı Trakya Türklerinin durumunun iyileştirilmesinde etkin rol oynayacaktır. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 8 Mayıs 2004’te gerçekleştirdiği Batı Trakya ziyareti, 51 yıl aradan sonra ilk defa bir Türk başbakanın bölgeyi ziyaret etmiş olması açısından çok önemlidir. Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk azınlık, gelişmekte olan Türk-Yunan ilişkilerini de göz önünde bulundurarak bu ziyaretin azınlığın sorunlarına çözüm bulunması noktasında önemli adımlar atılmasına vesile olacağı beklentisi içerisinde olmuştur. Ancak Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Batı Trakya ziyaretinde hem seçilmiş müftüler ile görüşmesi hem de atanmış müftüler ile bir araya gelmesi, ziyaret boyunca “Türk” sözcüğünü kullanmaktan kaçınması ve azınlığı AB ve Yunan vatandaşı olarak tanımlaması Batı Trakyalıları büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır. Çünkü, Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk azınlık, müftü seçimi konusunda çok hassastır ve atanmış müftüleri tanımama noktasında büyük ölçüde ortak bir tavır geliştirmiştir. Ayrıca “Türk” sözcüğü etrafında geçmişten bu yana devam eden mücadele, İskeçe Türk Birliği’nin kapatılma davası ile ilgili olarak yeniden gündeme taşınmış olup, bu konuda Türkiye’den destek beklenmektedir.
Türkiye, Batı Trakya konusunda, bir taraftan bölgenin AB sınırları içerisinde yer almasının ve Türklerin durumundaki görece iyileşmenin vermiş olduğu rahatlıkla, diğer taraftan ise Yunanistan ile son 10 yıldır gelişmekte olan ilişkilerin bozulmaması ve daha da önemlisi dış politikaya yönelik her adımın AB üyeliğine endekslendiği şu günlerde AB ile iyi ilişkiler kurmak adına, Batı Trakyalı Türkler konusunda çekimser bir politika izlemektedir. Başbakan Erdoğan’ın hem seçilmiş hem de atanmış müftüler ile görüşmesi, hem Batı Trakyalılara “sizin yanınızdayız” izlenimi vermekte, öte yandan da Yunan yönetimine “Müslüman azınlık ile ilgili sorunlara Türkiye’nin müdahil olmadığı” mesajını iletmektedir. Dolayısıyla Türkiye, Batı Trakya konusunda konjonktüre bağlı olarak hareket etmekte, bu da ikilemler ve çelişkilerle dolu bir politikanın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Oysa Türkiye, Yunanistan ile ilişkilerinde Kıbrıs, Ege ve AB ile ilgili gelişmeler kadar Batı Trakya’daki Müslüman Türklerin sorunlarını da dikkate almalıdır.