Batı Trakya Türkleri, “29 Ocak Toplumsal Dayanışma ve Direniş Günü”nü Gümülcine, İskeçe ve bazı Avrupa kentlerinde düzenledikleri etkinliklerle anıyorlar. 29 Ocak, Batı Trakya Türkleri için toprakları üzerinde yaşadıkları asimilasyona, vatandaşlık haklarının sınırlandırılmasına, azınlık haklarını alamamalarına, kimliksizleştirilmelerine karşı gösterdikleri iradenin yıldönümüdür.
Anma etkinliklerinin amacı sadece o günü anmak değil. 29 Ocak tarihinin Batı Trakya Türkleri için bir direniş günü haline gelmesinin sebebi, isminde Türk kelimesi geçen derneklerin Yunan devleti eliyle kapatılması kararıdır. Çünkü Yunanistan’a göre Yunanistan sınırları içerisinde Türk yoktur. Karar da Yunanistan’da “Türk” olmadığının resmi kabulü anlamına gelir. Mahkemenin kararını ve aslında devletlerinin kendilerini kimliksizleştirerek yok sayma kararlılığını protesto etmek üzere binlerce Türk yollara dökülür ve polis şiddetiyle karşılaşır. O gün protestosu yapılan uygulama bugün de devam ediyor; “Türk” kimliği reddediliyor, AİHM’in kararına rağmen de Türk isimli derneklerin faaliyetlerine izin vermedi. Dolayısıyla Batı Trakya Türkü’nün “kimliksizleştirerek Yunanlaştırma” girişimlerine direnişi de devam ediyor. Batı Trakya Türkleri için 29 Ocak etkinlikleri sadece birer anma programları değil, asimilasyona direniş için bütünleşme günüdür.
Yunanistan’ın Batı Trakya Türkleri ile ilgili herhangi bir konuyu, Türkiye’nin herhangi biryetkilisi ile konuşmaya yanaşmayacağı da Başbakanı Yorgos Papandreu’nun Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’a yazdığı cevabi mektuptan bir kez daha anlaşılmaktadır. Zira mektupta “dini, kültürel ve etnik köken farkı gözetmeksizin tüm Yunan vatandaşlarının insan haklarına saygı gösterilmesinin Yunan devleti ile bizzat kendi sorumluluğu olduğu” vurgusu bulunmaktaydı. Hatta Papandreu’nun “Batı Trakya’da yaşayan Müslüman azınlık üyeleri Yunan vatandaşıdır ve diğer vatandaşlarla aynı haklara sahiptir” ifadesi, Yunanistan’ın “Türk” kimliğini kabule halâ hazır olmadığı anlamına da gelmektedir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi genel kurulunda yaptığı konuşmayla Türkiye’yi AİHM kararlarına uymaya davet eden Papandreu’nun, aynı AİHM’in “Türk” kimliğini reddedilmesi konusunda Yunanistan’a yaptığı uyarıyı ve Türk derneklerinin kapatılması nedeniyle verdiği insan hakları ihlali kararını dikkate almadığı görülüyor.
Türkiye ile Yunanistan arasında yeni bir yakınlaşma sürecinin başlaması, düşünüldüğü gibi Batı Trakya Türkleri açısından bir umut olarak algılanmıyor. Aksine ekonomi, ticaret, enerji, çevre gibi konularda işbirliğinin arttırılması, Ege sorunları, kıta sahanlığı, ulusal hava sahası gibi teknik meselelerin halledilmesi, insani bir mesele olan Batı Trakya Türklerinin durumunun görmezden gelinmesi anlamına gelebiliyor. 29 Ocak gününü bir direnişe çeviren olaylar zincirinde dönemin Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu’nun meşhur Davos buluşmasının da büyük bir etkisi vardı. Turgut Özal’ın Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunları çözebilecek diyolog sürecini başlatma istekliliği, Yunan Mahkemesi’nin “Türk yoktur” kararına sessiz kalınmasına sebep olmuştu.
29 Ocak Direnişini Doğuran Gelişmeler
* Yunanistan Yargıtay’ı, “Batı Trakya’da Türk yoktur” iddiası ve gerekçesiyle 4 Kasım 1987’de “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” ve “Gümülcine (Komotini) Türk Gençler Birliği”nin kapatılması kararını verdi.[1] Mahkeme kararını Türkler ancak 5 Ocak 1988’de öğrenebildiler. Derneklerin kapatılması ve Türk kimliklerinin inkar edilmesi kadar böylesi bir karardan haberdar edilmelerinin bu denli uzun bir süre alması zaten baskılardan bunalmış olan Batı Trakya Türklerinin tepkilerini arttırdı.
* 30 Ocak 1988’de Davos’ta gerçekleşecek Özal-Papandreu buluşmasına giden süreçte alınan karara Türkiye görüşmenin aksamaması için tepki gösteremedi. Hatta merkezi İstanbul’da bulunan Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği’nin 24 Ocak günü İstanbul-Taksim’de düzenlemek istediği “Yunanistan’ı Protesto Mitingi”ne de izin verilmedi. Yunanistan’daki Türkler yalnız bırakıldıklarını hissettiler.
* Azınlık Yüksek Kurulu 25 Ocak’ta toplanarak protesto kararı aldı. Karara göre “Olayı protesto etmek için bir yürüyüş yapılacak”, “azınlık okulları bir gün süreyle kapatılacak” ve “yetkili tüm devlet mercilerine bu karar telgrafla bildirilecekti”.[2] Yürüyüş, 29 Ocak 1988 günü, Cuma namazından sonra Gümülcine Eski Camii’nden Vilayet Konağı’na kadar yapılacaktı.
* Yunanistan yürüyüşe izin vermedi. Gümülcine radyosunun Yunanca ve Türkçe anonsları yoluyla Türklerin herhangi bir şekilde bir araya gelmesinin yasaklandığı duyuruldu.
* Buna rağmen, Yasak Bölge dahil olmak üzere Batı Trakya’nın her tarafından binlerce azınlık mensubu, Gümülcine’ye gelmeye başladı. Gümülcine’ye giriş yapılabilecek noktalar polis barikatlarıyla kapatıldı ve Kavala’dan polis gücü takviyesi yapıldı. Eski Cami ve Yeni Cami ibadete kapatıldı. Bu arada Gümülcine’ye girebilen ve barikatlar nedeniyle giremeyen azınlık mensubunun sayısı 20 bine ulaşmıştı.
* Göstericilerin dağılması istendi. Bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu’nun konuşmasının ardından topluluk dağılmaya başladı. Ancak çatışma ve haksız tutuklamaların haberinin gelmesi ile dağılma, yürüyüşe dönüştü. Yürüyüş de polis şiddetine ve dövülmeye dönüştü.
* Olayların ertesi günü Davos buluşması gerçekleşti. Papandreu, görüşme sonrasında yaptığı basın açıklamasında, Özal’ın azınlıklar konusundaki tutumuyla kendisinde hayretler uyandırdığını belirterek“ Özal’ın bu denli içte ve açık görüşlü olduğunu buraya gelmeden önce bilmiyordum” diyordu. Batı Trakya’daki olaylarla ilgili soruyu cevaplarken de “kendisi gibi Özal’ın da Batı Trakya’daki son olayların provokasyon olduğu görüşünde mutabakata vardıklarını” söyledi.[3]
29 Ocak 1988 Direnişini Perçinleyen 29 Ocak 1990 Saldırıları
* Yunanistan’da, Batı Trakya Türkleri’ne dönük baskı ve yıldırma politikaları her alanda –bugün de olduğu gibi- sürüyordu. Azınlık Yüksek Kurulu 29 Ocak 1990’da, yıldönümü olması nedeniyle iki yıl önce yaşanan üzücü olayları, Eski Cami’de düzenlenecek mevlitle anma kararı aldı.
* 28 Ocak günü azınlığın ileri gelenleri, üst düzey yetkililerle mevlit programı için temas kurmaya çalışırken, Yunanistan’daki yerel radyolar bir Türk’ün tedavi gördüğü hastanede bir Yunan’a saldırdığı haberini verdi. Solakidis isimli bir Yunan’ın, Müslüman’ın saldırısına uğraması haberiyle birlikte Yunanlılar 29 Ocak mevlidini engellemeye çağrılıyorlardı. Gümülcine-Maronia Kilisesi Metropoliti Damaskinos’un da aynı çağrıda bulunduğu kulaktan kulağa yayılmaktaydı.
* Yerel basın, 29 Ocak sabahı Solakidis’in öldüğü haberini yaptı. Gerçekte Solakidis ölmemişti ama Yunanların saldırganlaşmasında bu haber “iyi” iş yapmıştı.
* 8-10 kişilik gruplar halinde toplanan Yunanlar, önce Türklerin kahvehanesine ardından Türklere ait dükkanlara taş ve sopalara saldırırlar. Helsinki Watch, olaya ilişkin raporunda, hiçbir Yunan dükkanının saldırıya uğramadığını kayıt altına almıştır. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı 1990 İnsan Hakları Raporu’nda da saldırılara polisin hiçbir şekilde müdahale etmediği ifade edilmiştir.[4]
* Eski Cami’de hazır bulunan cemaat, saldırı haberini alınca Türklerin sığındığı Gümülcine Türk Gençler Birliği binasına gitmek isterler ama caminin çevresini tutan polis onların geçişine izin vermez. Her nasılsa polisin varlığı saldırganları durdurmamıştır. Gümülcine Müftüsü Mehmet Emin Aga ve bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu ile birlikte civardaki Türkler taş, sopa, bıçak ve demir çubuklarla yaralanmıştır. Helsinki Watch Raporu, saldırganların 1000 kişi kadar olduğunu, 400 kadar azınlık işyerine verilen maddi zararın yarım milyon dolar olduğunu ifade etmektedir.[5]
29 Ocak, 1999’da artık acısı daha da artan bir gün olmuştur. Çünkü 29 Ocak 1999’u izleyen haftalarda da saldırılar devam etmiştir.
6-7 Eylül Olayları ve 29 Ocak Olayları
* Baskın Oran, 29 Ocak 1990 olayının, “6-7 Eylül 1955’le bir çok bakımdan benzerlikler gösteren bir kitlesel saldırı olayı” olduğu belirlemesini yapar. Solakidis isimli bir Yunan’ın bir “Müslüman” tarafından öldürüldüğü haberi ile 6-7 Eylül’deki Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması haberi arasında bir paralellik görülmektedir. Oran’a göre “güvenlik güçlerinin olaylara seyirci kalması, hatta saldırganlara yer yer yol göstermesi ve Yunanlı esnafın dükkanlarına küçük Yunan bayraklarının yapıştırılması” da olayların bir diğer benzer noktalarıdır. Olayın 26-27 Ocak tarihlerinde Gümülcine’yi ziyaret eden dönemin Dışişleri Bakanı Samaras ile Metropolit Damaskinos arasında yapılan bir toplantıda tertiplenmiş olduğu iddialarını da yabana atmamak gerekir.
* 6-7 Eylül olaylarını yaşayanlardan biri olan Bojidar Çipof da, iki olayı karşılaştırırken, iki noktaya dikkat çekiyor:[6]
* 6-7 Eylül sonrasında Türkiye’de fazla baskı olmadı. En fazla yapılan: “Vatandaş Türkçe Konuş” sloganıydı. Ancak 29 Ocak olaylarını, etkisini bugüne dek hiç azaltmayan bir asimilasyon süreci takip etti.
* Batı Trakya’da bir zaman diliminde yağmalanan ve yakılan dükkanların toplamı, 6-7 Eylül’de burada yağmalanan dükkan sayısından fazladır. Üstelik Türkiye’de yağmalanan yerler arasında Türklere ait dükkanlar da vardı ve Türkiye hem zararları tazmin etti hem de sorumluları yargılayarak cezalandırdı.
* Bir noktaya daha dikkat çekiliyor, “6-7 Eylül sonrasında korkarak kaçanların çoğu Yunanistan vatandaşıydı. Onların akrabaları, damatları, kızları da arkalarından gittiler ama kovulan ya da terk etmek zorunda bırakılan tek bir azınlık mensubu olmadı. Gidenler ikamet tezkeresi ile burada kalan yabancılardı, bu ülkenin vatandaşı değillerdi”
Türkiye-Yunanistan Yakınlaşması
Yine bir Davos öncesinde, Yunanistan Başbakanı, Türkiye Başbakanı’na gönderdiği mektupla Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkileri iyileştirme amaçlı yakınlaşma süreci başlıyor. Liderlerin birbirlerine yolladıkları mektupların tam içerikleri açıklanmadı ama en azından belli başlı maddeleri basına verildi.
Geçmiş tecrübeler ve Yunanistan’ın temel duruşu gösteriyor ki, teknik konularda alt çalışma gruplarının çalışmalarının devam etmesi yönünde görüş birliğine varılacak, bazı konuların görüşülmesi Yunan tarafınca açıkça reddedilecek:
*Kıbrıs, Ada’da süregiden müzakere sürecine müdale anlamına gelmemesi için iki ülke arasındaki görüşmelerin konusu olmayacak.
*Ege sorunları üzerindeki görüşmeler eskiden olduğu gibi teknik düzeyde yapılacak çalışmalara bırakılacak ancak bunların da sadece Yunanistan’ın sorun olarak gördüğü noktaları ele alınacak.
*Ekonomi ve ticari konulardaki işbirliğinin arttırılması konusunda görüş birliğine varılacak
* Fener Rum Patrikhanesi ve Ruhban Okulu meselesi, AB ilerleme raporlarına girmiş olduğu için ve Türkiye’nin AB’ye karşı yükümlülüğü olduğu için görüşülecek ve Türkiye’ye ikaz ve harekete geçmede teşvikte bulunulacak.
*Batı Trakya Türklerinin seçilmiş müftülerinin görevlerine iadesi meselesi ve imam yetiştirilebilecek okulların kapalı tutulması meselesi gibi eğitim, ekonomi, kimliğinin tanınması gibi sorunlar ise Yunanistan’ın iç işi olduğu için görüşmelerin konusu olamayacak.
Görüşmelerin kesilmemesi ve yakınlaşmanın artması için Barı Trakya Türklerinin bir kez daha feda edilip edilmeyeceği ise önümüzdeki süreçte ortaya çıkacak.
29 Ocak Milli Direniş Günü’ne geri dönecek olursak, bugün Batı Trakya Türkleri 29 Ocak’ı hala devam eden bir direniş günü olarak anıyorlar. 29 Ocak’ın önemi ve 29 Ocak 1988/1990’da yaşananlar, Türkiye kamuoyunda bile 6-7 Eylül olayları kadar bilinmiyorsa, sebebi …
(cümleyi şunlardan hangisiyle bitireceğime karar veremedim:
* Yunanistan’ın, Türkiye’nin yetiştirdiği kadar “aydın” yetiştirememesidir.
* zaferlere odaklanmış olan Türklerin, acılara odaklı tarih anlayışını tercih etmemesidir.
* Yunanistan’ın tarihiyle yüzleşmesi meselesini ne Yunanistan’da ne Türkiye’de kimse sorun olarak görmemektedir.
* Batı Trakya Türkleri’nin kendileri adına lobi faaliyeti yapacak dostlarının bulunmayışıdır.
* irredentist bir ülke olmakla suçlanmaktan çekinen Türkiye’nin bu nedenle acıları görmezden gelmesi ve soydaşları adına hak arayışını da zamana bırakmasıdır.
* 6-7 Eylül ile ilgili sayısız sinema filmi çekilirken 29 Ocak’larda Yunanistan’da yaşananlar hakkında sayılı bir iki kısa belgeselden fazlasının yapılmamış olmasıdır.
* 29 Ocak Direniş Günü’nün haberlere dahi konu olamıyor oluşudur.
* bugün hala daha Batı Trakya’daki Türk azınlığa yönelik temel insan hakları ihlallerinin sürmesi de doğaldır.)
[1] 29 Ocak 1988 ve 29 Ocak 1990’da gerçekleşen olayları ayrıntılı olarak ele alan bir eser için bkz. Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Bilgi Yayınevi, 1986
[2] Milliyet, 24 Ocak 1988 akt. Baskın Oran, a.g.e, s.189
[3] Cumhuriyet, 1 Şubat 1988
[4] ABD’nin 1990 tarihli Yunanistan Raporu’nun çevirisi için bkz. Ahmet T. Yılmaz, Bülten (Türk Demokrasi Vakfı Yay.), Nisan 1991, S.9.
[5] Ahmet T Yılmaz’dan akt. B. Oran, a.g.e, s. 192
[6] Bulgar Kiliseleri Vakfı eski Yönetim Kurulu Üyesi olan Bojidar Çipof’la 29 Ocak 2010’da yapılan mülakattan.
Kaynak : http://www.batitrakya.org/component/content/article/6-bati-trakyadan-haberler/452-29-ocak-toplumsal-dayanisma-ve-direnis-gunu.html